1958 yılında Türkiye çimento sanayisinin coğrafi dağılımını gösteren bu harita, çizildiği gün için bir övünç kaynağıdır. Asrileşen coğrafya, modernleşmeyi dönemin en yeni olanaklarıyla gerçekleştirdiğini ilan etmek istemektedir. Anadolu’nun dört bir yanına dağılmış çimento fabrikaları●1 ve bu fabrikaların –termik santraller●2, hidrolik santraller●3 ve enerji nakil hatları ●4– altyapı yatırımları ile ilişkisi, genç Cumhuriyet'in kalkınmak için coğrafyanın bütün kaynak ve imkânlarından yararlandığını gözler önüne sermektedir. Bugün kentler “betonlaşıyor” denilerek bir suç unsuruna dönüştürülen beton malzemesi, Cumhuriyet'in ilk yıllarında bir inkılabın baş aktörü olarak hayatımıza girer.2 Fakat fiziki bir değişimi işaret eden betonlaşma, bu sürecin tek sonucu değildir. 1950’lerde yaşanan kırılma –daha farklı bir ifadeyle artan inşaat ihtirası– hiç beklenmedik ve de çok daha az konuşulan bir başka çatışmayı da beraberinde getirir.3
Çimentonun ana bileşeni olan klinkerin üretimi, yıllık karbondioksit (CO2) salımının yüzde 8’ine denk gelen bir dilimin müsebbibidir. Bu salım ise –çelişkili bir biçimde– betonun karbonatlaşmasına4 yol açarak betonarmenin "-arme" sini oluşturan çelik donatının aşınmasına sebep olur. Yani üretilen her yeni beton, kendinden önce üretilmiş olanların ömrünü kısaltmakla, daimi bir biçimde, daha fazla üretimi tetikler.
Karbon salımını aşamalı bir biçimde artıran bu döngü sadece kendi ömrünü değil, küresel ısınmaya sebep olduğu için dünyanın ömrünü de azaltmaktadır. Böylece gelinen noktadaki durum artık bir asrileşmeye değil yaşamın kaybolmasına yol açacak sonuçlara varır. Kısacası popülist söylem içindeki her ihtiras gibi betonla inşaat ihtirası da sahibinin sonunu yine onun eliyle muntazam bir biçimde hazırlamaktadır.