KAPAT
DizinEN
17.
Uluslararası Mimarlık Sergisi
Venedik Bienali
Türkiye Pavyonu
22/05—21/11/2021
SALE D'ARMI, ARSENALE
display:block;
SÖYLEŞİ7
MİMARİ
BİR PRATİK
OLARAK
BAKIM
ÜZERİNE:
ELKE KRASNY
İLE
SÖYLEŞİ
MİMARİ
BİR PRATİK
OLARAK
BAKIM
ÜZERİNE:
ELKE KRASNY
İLE
SÖYLEŞİ
Elke Krasny
Yayın Tarihi
23/08/2021
Anahtar Kelimeler
BAKIM VE İDAME, UYGULAMA, ÖLÇÜ
Yayın Tarihi
23/08/2021
Anahtar Kelimeler
BAKIM VE İDAME, UYGULAMA, ÖLÇÜ

Ian Erickson: Günümüzün gezegene dair tasavvurunun gezegenin bakımı ve idamesi gibi gerekli pratikler ile yenilik ve sınırsız büyüme mitleri arasındaki ideolojik ve maddi sürtüşmelerle şekillendiğini söyleyebiliriz. Kökenleri şaşırtıcı biçimde 17. yüzyıla –sonsuz büyümenin simya aracılığıyla gerçekleşebileceğini tahayyül eden Hartlib Çemberi1 adlı gruba–dayanan sonsuz kapitalist genişleme modeli, gezegenin kendi sınırlarına tosluyor. İdeolojiyle sosyo-materyal gerçeklik arasındaki bu krizin semptomlarından biri de milyarderler ve hevesli kapitalistlerin, gezegenin ötesine geçerek insan “gezegenlerarası bir tür” olsun diye “Mars’ı sömürgeleştirmeye” dair vurdumduymaz çağrılarını giderek daha fazla duymaya başlamamız. Belli ki gezegenin kendisi bile bu köklü büyüme ideolojisine küçük geliyor. Peki idame pratikleri bu genişlemeci ideolojiye nasıl karşı geliyor ve idameye ağırlık vermek gezegene dair tasavvurlarımızın odağını nasıl kaydırıyor?

Elke Krasny: Geniş kapsamlı ve incelikli soru için teşekkür ederim. Bence sorunuz zaten bir cevap da içeriyor, modernitenin ve –hem insan hem de insan olmayan– kaynakların kontrolsüz çıkarılmasının sınırına ulaşıldığında arayış onların ötesine geçerek devam ediyor. Dünya çorak addedildikçe insanın ötesine geçen bir üretim kriziyle karşı karşıya kalıyoruz, bu da kötüye kullanılacak başka bir bölge ihtiyacını doğuruyor. Bu yüzden sorunuz bir yanıyla böyle devam edersek nasıl bir geleceğimiz olabileceği sorusunu da kapsıyor, nitekim tür olarak kendi geleceğimizi sömürgeleştiriyoruz.

Sorunuzun diğer kısmı ise bakım pratikleriyle ilgili. Bakım pratikleri yalnızca bağımsız birer deneme olarak değil; aynı zamanda değişim ihtimali sunabilecek yeni bir ideoloji ve yeni anlatılar oluşturduğu için önemli. Bu bağlamda idame konusunu incelemek ehemmiyet arz ediyor. Yani idame etmek nasıl hem dirençli hem de dönüştürücü bir pratik olabilir? Benim ortaya atmak istediğim ise hiper-kapitalist hızlanma kriterleriyle örtüşmedikleri için gelecekte yeri olmadığı düşünülen –vazgeçilebilir olduğu ya da tahrip edilebileceği varsayılan– mimarlık tarzları lehine direnme yollarının idamesi anlamına gelen, değişken bir idame anlayışı. Bu açıdan direniş biçimi olarak idamenin; tabandan yukarıya işleyen, köksapı andıran bir yolu olduğunu ve farklı varoluş biçimlerini tesis etmeye yaradığını söyleyebiliriz. Tabii sistemi idame etmek, bizi mevcut duruma götüren güçlerin sürdürülmesine denk düşecek hegemonyacı bir pratik de olabilir. Bu yüzden ben sadece idamenin; özgürleştirici olmayan ya da kapitalizme sabitlenmemiş halini anlamaya çalışıyorum. Daha doğrusu gezegeni idame etmenin bu iki farklı yolunun nasıl mevcut olabileceğini sorgulayan daha derin bir anlama kavuşmasını sağlamaya çalışıyorum.

Geleceğimizin sömürgeleştirildiğini, geçmişi veya bize miras kalanları düşünürken sömürgesizleştirmek kadar büyümeyle kurulan ilişkiyi de değerlendirmemiz gerektiği fikrinden yola çıkan pek çok araştırmacı, düşünür, aktivist ve mimar var. Büyüme, neyi gezegen olarak algıladığımıza ve o gezegenin içinde nasıl var olduğumuza dair kronopolitik bir eğilim. Geleceğe dair farklı bir kronopolitik eğilime sahip olmak da onu elimizdekilerin devamı olarak görmenin aksine yaralı ve bozuk hâlini olduğu gibi kabul etmek ve gelecekteki tedavi süreçleri için bakımını üstlenmek anlamına geliyor.

Kurgusal bir evrak işi olarak dizin. Bu evrak, 2021 Venedik Mimarlık Bienali'ndeki Türkiye Pavyonu fiziksel alanında NEMESTUDIO'nun Dört Diyorama yerleştirmesindeki "Bakım ve Onarım Diorama"sında sergilenen web sitesi yayın broşürlerinden anahtar kelimeleri listeliyor. Pavyondaki diyoramalar, web sitesi yayınlarının bir kısmını ve bu gibi hayali evrakları anlatılan hikayelerin mizansenlerinin bir parçası olarak sergiliyor. Grafik tasarım: Paleworks. Görsel künye: Türkiye Pavyonu.

Melis Uğurlu: Bakımın işlediği farklı ölçeklere dair bir şey sormak istiyorum. Editörlerinden olduğunuz Critical Care: Architecture and Urbanism for a Broken Planet [Yoğun Bakım: Bozuk Bir Gezegen İçin Mimarlık ve Kent Çalışmaları] kitabının giriş bölümünde habitatın bakımında mimarlığın ve kent çalışmalarının oynadığı merkezi role değiniyor, habitat derken de evin oturma odasından etrafındaki alana, okul bahçesinden kente, mülteci kampından gezegene dek ikametgâhın mümkün olan tüm ölçeklerini kastettiğinizi vurguluyorsunuz.2 Mimarlığın faaliyet gösterdiği farklı ölçeklere, özellikle de mimarlığın gezegenle ilişkisine tesir edebilecek katkıları nasıl görüyorsunuz?

Bununla bağlantılı olarak hem kritik durumdaki hastaların hayati risk içeren durumlarını teşhis ve tedavi etmek için kullanılan tıbbi bir terimden hem de düşünsel analize başvuran eleştirel teoriden ödünç alındığını belirttiğiniz “yoğun bakım” kavramı üzerine konuşmayı da isteriz. Terminolojilerimizin değerinin de altını çizdiğiniz için bu kavramı oluştururken başvurduğunuz kaynakların önemini merak ediyoruz. Ayrıca teşhis ve analizin ötesine geçmekten, çalışmalarınız aracılığıyla katkıda bulunmanın yollarını aramaktan bahsediyorsunuz. Teşhisiniz nedir ve mimarlık, tedaviye nasıl bir katkı verebilir?

E.K.: Bir diğer derin soru için teşekkür ederim. Bir eğitimci olarak buna eğitim perspektifinden bilhassa mesleğin eğitimle nasıl şekillendiği üzerinden bakmak istiyorum. Mimarlık okumakla mimarlık yapmak arasında ciddi bir fark olduğunu iddia eden çok. Oysa mimarlık eğitimi yalnızca meslek üzerine düşünmek için değil, aynı zamanda onun sorunlarını teşhis etmek için de bir alan sunuyor. Bu yüzden de esas ilginç olan üniversite ile “gerçek dünya” arasındaki ayrımı kabullenmek yerine mimarlık eğitiminin pratiği değiştirmeye nasıl yönelebileceğini düşünmek. Eğitimin zararlı, sömürgeci mirasını hatırlatan “fildişi kule” terimini biliyoruz. Üniversiteyi gerçeklerden korunan bir fildişi kule olarak görmek yerine, eleştirel eğitimin düşünme ve teşhis etme kapasitesini gerçek dünyada mimar olarak çalışabilmenin bir parçası yapmak adına okullarda pratiğe yer vermeliyiz. Bunun bir kısmı ise mimarlık eğitiminden yalnızca ekonomik değil politik amaçlar uğruna da bir şeyler öğrenilebileceğinin anlaşılmasıdır.

Terminoloji ve farklı ölçeklerle ilgili sorunuza döneyim. Mimarlık eğitimi almadıysam da farklı ölçeklerde –yalnızca gerçek anlamıyla da değil, mimarların planladığı her ikametgâhın habitat üzerinde etkileri olacağını düşünmemize yardımcı olan bir yaklaşım içinde– çalışabilmeyi sağlayan mimarlık eğitimi beni çok etkiliyor. Daha açık olmak gerekirse, inşa sırasında kullanılan malzemelerin bir yerden çıkarıldığını, yapıyı inşa etmek veya korumak için önümüzdeki 50 yıl boyunca gerekecek emeği düşündüğümüz zaman bir apartman binasının gezegen üzerinde birtakım yansımaları olabildiğini anlıyoruz. İşte bu düşünce biçimi mimarlık eğitiminde kendisine yer bulursa zararlı mimarlık da o zaman yok olabilir. 

“Yoğun bakım” kavramını Angelika Fitz’le birlikte COVID-19 pandemisinden önce ortaya attım ya da kullanmaya başladım. Şu an hâlâ aynı şekilde kullanıp kullanamayacağımızdan emin değilim. O sıralar gezegenin kritik durumundan bahsederken bu kavramı tıptan ödünç almıştık, belki hâlâ da yapabiliriz, ama pandemi boyunca yoğun bakım servislerinin eksikliğini ve bunun insanların hayatta kalma şansını ciddi anlamda tehlikeye attığını gördükten sonra bu kavramı böyle mecazi bir bağlamda kullanmaktan emin değilim. Pandemiyle birlikte yoğun bakımın gerçekten ne olduğunu yakından gördük. Bu denli acı ve yasla, sosyo-materyal ve sosyo-ekolojik gerçeklikle doluyken onu artık metafor olarak kullanamayız gibi duruyor.

Artık “bakım yoğun olmalı” diyorum, bana bunu hem gezegenin habitat ve türlerinin kaybının sebep olduğu ekolojik tahribat hem de pandemi öğretti. Pandeminin başında küresel dayanışmanın mümkün olabileceğine dair bir his vardı, sonra büyük ilaç firmaları işin içine dahil oldu ve sınırlar –yalnızca ulus devletlerin sınırları değil zihinsel ve toplumsal sınırlar da– kapandı. İşte bu nokta ilgimi çekiyor. Çünkü pandemiden ne dersler çıkaracağımızı, bunların gelecekteki mimarların hayal güçlerine nasıl dahil olacağını merak ediyorum. Hastalığa yakalanmış insanların evde kalması hastalığın ailelerine ya da yakınlarına da bulaşması anlamına geleceği için gelecekte her evin bir karantina alanına sahip olması gerektiğine dair öneriler ortaya atılmaya başladı bile. Dünya Sağlık Örgütü bunun gelecekteki insan kökenli pek çok pandemiden yalnızca biri olduğunu belirtiyor, dolayısıyla mimari açıdan hazırlıklı ve tedarikli olmak bakımın bir parçası hâline gelmeli. Yalnızca bir şeyler olurken verilen bakımı değil, gelecekteki krizleri de önleyecek bakımı kastediyorum.

I.E.: Önceki soruya verdiğiniz cevabın bir parçası olan mimari pratik ve eğitim tartışmasını devam ettirmek ve mimarlığın kendisinin nasıl değerlendirildiğine bakmak üzere genişletmek istiyorum. Bakımın teorik çerçevesi, mimarlığın geleneksel değerlendirmelerini tersyüz ediyor. Mimarlığı görünüş üzerinden değerlendirmeye devam etmek yerine odağa bakımı almak bizi mimarlığı performans üzerinden ve sosyo-materyal bir kriterden hareketle değerlendirmeye zorluyor. Benim merak ettiğim şey ise böyle bir mimarlığın performansını –bakım verme kapasitesi üzerinden– nasıl ölçebileceğimiz.

Ölçüm, performans ve miktar tayininin mimarlıkla ilişkisi genellikle binanın etkilerinden çok tanımlarında, yapı elemanlarının ölçü çizgilerinde ya da yapı bilgi modellemelerinin simüle edilmiş performanslarında bulunuyor. “İnsan faktörlerinin” mimarlıkla ve onun prodüksiyonuyla ilişkisini ölçmek sıklıkla nispeten zor gibi görülüyor. İnsanın değerinin ölçümlerine dair denemeler genellikle endüstriyel kapitalizmin performans ölçütleri aracılığıyla insan bedenini –ilk endüstriyel tekstil işçilerinden günümüzde Amazon’un biyogözetime tabi tutulan depo işçilerine dek– makineleştirmesi bağlamına denk düşüyor. Bugün bakım adına bu ölçümleri kendimize hevesle uygulamaya başladık bile. Başka araştırmacıların da belirttiği gibi kendi kendini takip etmeye dayalı, giderek daha da popülerleşen wellness çözümleri gibi teknolojik olgular bakım sorumluluğunu bireye yüklüyor ve insan hayatını sayılan adımlar, kalp ritimleri, ağırlık gibi bireyleri daha çok işgücü verimliliğine hazırlamak için kişisel bakım ile kişisel optimizasyonu bir araya getiren ölçütlerden ibaret görüyor.[3] Tüm bunlar söz konusuyken bakımın mimari performansını hangi teknikler ve çerçevelerle ölçebiliriz? Ve buna ek olarak onlara hangi değer sistemleri eşlik etmektedir sorularının cevaplarını sizden duymak isteriz. 

E.K.: Bahsettiğiniz değerlendirme odaklılık ve bedenlerin sürekli kendileriyle karşılaştırılarak ölçülme biçimi, çevreleri ölçülecek ekosistem hizmetlerine çeviriyor. Bu noktada şunu da ifade etmem gerekir; ölçümler her şeyi yakalayamasa da bazı ölçülebilir şeylerin faydalı olduğunu da düşünüyorum. Örneğin mimarlık farklı fiziksel özelliklere sahip bedenlere nasıl destek olabilir, bir yerden başka bir yere gitmelerini nasıl sağlayabilir, ya da binalarda kullanılan yapı malzemeleri ve altyapı birimleri fazla kurşundan dolayı insanları hasta etmemeyi nasıl başarabilir? Malzemelerin ekolojisine ve insanların bakımlarını nasıl üstlendiklerine bakabiliriz. Bakımın bedenler ve malzemeler arasındaki ilişkiyle ilgili boyutlarının daha verimli bir şekilde ölçülebileceğini düşünüyorum. İlgimi çeken şeylerden bir diğeri de daha uzun vadede kafa yorulacak meseleler: “Binanın inşa edildikten 10 ya da 20 yıl sonra insanların daha haysiyetli bir hayat yaşamalarını nasıl sağladığına bakar mısınız?” sorunuz şu açıdan çok hoşuma gitti: Binanın hayatının inşaattan sonra değil ikametgâhtan sonra başladığını söylediniz. Araştırmacılar ve mimarlar –ayrıca politikacılar, yatırımcılar, müteahhitler– olarak bu binaların ne yaptığını, bedenlere ve onların bakımına nasıl faydaları dokunduğunu anlamak istiyoruz. Bence –diğer tüm değerlendirme odaklı ölçümlerde olduğu gibi– buradaki en büyük tehlike, “yeşil göz boyama” (greenwashing) örneğinde deneyimlediğimiz gibi bakım göz boyamasının da yepyeni türleriyle karşılaşma olasılığımız. Bu metalaştırmaya nasıl direnebiliriz? Belki de bunun yollarından biri kolektif değerlendirmenin yeni yollarını keşfetmek olabilir.

M.U.: Biraz karşılıklı dayanışma kavramına ve onu nasıl algıladığımıza değinmek istiyorum. Critical Care kitabında sizin de vurguladığınız gibi bozuk gezegenimizi onarırken bireysellikten uzaklaşarak karşılıklı dayanışmaya –özellikle ekonomiye–ekonomi ve emek arasındaki bağlara, bir de insanlarla insan olmayanların dayanışmasına odaklanmak önemli. Bu noktada disiplinlerarası çalışma biçimleri ve farklı bilgi ve özneler arasında oluşturduğumuz ortaklıklar aracılığıyla doğan işbirliklerine, koalisyonlara ve dayanışmaya güveniyoruz. Türkiye Pavyonu için tasarladığımız küratöryel projede mimarlığı Dünya’daki yerimizi ve bizimle birlikte yaşayanlarla ilgili rolümüzü tayin etmek için bir ölçü olarak konumlandırıyoruz. Bu rol, hem insandan öte varlıklarla birlikte var olan bir tür hem de yapı ustaları, avukatlar, antropologlar, çevre tarihçileri ve inşaat işçileri gibi farklı disiplinler ve çalışma alanlarından aktörlerle birlikte var olan mimarlar olmayı kapsıyor. Bahsettiğiniz çerçevelerin ve karşılıklı dayanışmanın mimarlık için öneminden bahsedebilir misiniz?

E.K.: Bence modern mimarlık, bireysellikle –günümüzde dönüştüğü hâliyle hiper-bireysellikle– yakından ilişkili. Bu, tek kişinin çalışmalarını öne çıkaran ve takdir eden, dolayısıyla mimarlığın sermayeye dönüşmesine ön ayak olup karşılıklı dayanışmayı kapsamasına engel olan “imza mimarisi” ile mümkün kılınıyor. Böyle bir bireyselliğin diğer uzun vadeli etkisi ise mimarlığı, üzerinden para kazanılabilecek bir emlak birimi –yani, mimarlıktaki bireysel yatırımı mali dönüş kaynağı– olarak düşünmek. Modern zamanlarda bu durum kira ve arazilerin parsellere ayrılması mantığı aracılığıyla gerçekleşti. 21. yüzyılda ise mimarlık finansallaşmanın bir yolu hâline geldi. Bu da mimarlığı yaşanan gerçekliklerden bağımsızlaştırmak yolunda önemli bir adımdı. Özetle; bireysellik ve imza mimarisi, finansallaşmış ve hiper-hızlandırılmış kapitalizm için faydalı olmak uğruna gezegene dair endişeleri unutturdu. Bunu tersine çevirmenin, yani yapılı çevrenin insan ve insan olmayan her türlü bedenle kurduğu derin bağları anlamanın, tek yolu da karşılıklı dayanışmayı yeniden devreye sokmaktan geçiyor.

I.E.: Az önce pandemiden bahsederken ima ettiğiniz devlet ile bakım arasındaki ilişkiye dönmek isterim. Kolektif bakım pratikleri ile kolektif demokrasi mekanizmalarının eşzamanlı çöküşü bir hayli ilgimi çekiyor. İkisinin de neoliberalizmin bireyci rejimleri tarafından aşındırıldığını söyleyebiliriz. Hatta neoliberal kemer sıkma önlemleri aracılığıyla devletlerin halklarının bakımını üstlenme becerileri azaltılırken –pek çok hükümet neoliberal iktisadi ilkeleri takip ederek– demokratik süreçleri de sermaye güçlerine açtı. Onlar da gerçek demokratik temsili bu sayede ortadan kaldırdı. Sizin de bu sohbette ve “COVID-19 krizi organlarımızı yöneten yönetim organlarına bağımlılığımızı fazlasıyla ortaya çıkardı”4 diye belirttiğiniz “Radicalizing Care” [Bakımı Radikalleştirmek] adlı kısa makalenizde ele aldığınız gibi bakımla devlet arasındaki ilişki yakın zamanda bir hayli kızıştı. Bakım ve demokrasi arasındaki karşılıklı korelasyona bağlı düşüşü göz önüne alırsak, ilişkinin öbür türlü işleyip işlemeyeceğini merak ediyorum. Sizce artan bakım pratikleri demokratik ulus devletleri ve diğer kolektif yönetim biçimlerini güçlendiriyor mu? Bakım ile kolektif yönetişim arasındaki ilişki ne ve mimarlık türlerinin hangileri bu pratikleri ve kurumları destekliyor ya da parçalara ayırıyor?

E.K.: Bence bu da çok karmaşık bir soru. Elbette ki devlet bakımının her türü, isteyeceğimiz türden bir bakım değil. Kanada’daki yatılı okulları, rızaları olmadan akıl hastanelerinde tutulan insanları ya da üremeleri uygun bulunmadıkları için kısırlaştırılan bedenleri düşünün. Dünyadaki her ülke benzer hikâyeleri farklı yollarla anlatıyor. Bu yüzden de devletin vatandaşlarının bedenlerine nasıl baktığını, özellikle de –tarih boyunca kamu yararı ya da refah denen kavramlarla aynı alanda bulunan– sağlık ve eğitimle ilgili soruları göz önüne alırsak; devletlerin farklı zamanlardaki yönetim ideolojilerini ve halklarıyla nasıl bir ilişki kurduklarını anlayabiliriz. Mesela zehirlilik, devlet şiddetine ve iyicil olmasa da çoğunluğun iyiliği için olduğu iddia edilen bakım türlerine dair pek çok şey öğrenebiliriz. Bakım sıklıkla insanları bağımlı kılmakla ilgili, bu da devletin onlar üzerinde otorite kurabileceği ve onlara dair kararlar verebileceği anlamına geliyor. Nitekim bu da karmaşık bir geçmişe sahip. Öte yandan neoliberalizmin bakımı otoriter devletten kurtarma vaadi, kendilerinin ve kendi bedenlerinin bakımının sorumluluğunu tümüyle bireysel öznelerin üzerine yükledi. Üstelik yalnızca daha sağlıklı olup düzgün bir hayat sürmeleri için de değil, aksine bu değerlendirme odaklı matrisin içinde tüketen, üreten ve performans sergileyen üretken birer birey olabilsinler diye.

Başta sorduğunuz şeye, gezegene dair ortak bir tasavvurun köklerini bakımın ekolojik ve toplumsal adaletle nasıl bir ilişkisi olduğu sorusundan almasına dönmek istiyorum. Geçmişin vahşi mirasını ve günümüzün eşitsizliklerini göz önünde bulundurmalıyız ki bakımı, ona erişimin neoliberal piyasanın seçimi olmadığı bir yeniden dağıtım mekanizmasına dönüştürebilelim. Pandemiyle ilgili yazdığım bir diğer metinde bakımın en kötü bakım türü kadar, en az kaynağa sahip olanların erişebildikleri kadar iyi olabileceğini iddia ettim. Mimarlığa da işte burada dönmeliyiz, çünkü konutlandırma, eğitim ve sağlık bakımının ihtiyaçlarını karşılayacak altyapıları o inşa ediyor.

M.U.: Sohbetin sonuna yaklaşırken mimarlık disiplininin mimari emek bakımından kendisine bakmasından, özellikle de bakım etiği bağlamında mimarlıktaki çalışma biçimlerimizden, mimarlığın üretimi sırasında bakım koşullarımızın nasıl uygulandığı ve reddedildiğinden –çalışma saatleri ve koşularından iş bölümüne, cinsiyete dayalı ücret eşitsizliğine, sömürüye, hatta bakımı kimin alıp kimin verdiğine dek uzanan bir konu– bahsetmenin önemli olabileceğini düşünüyorum.

Bununla bağlantılı olarak üretici ve yeniden üretici emek arasında da elde ettikleri değer bakımından ciddi bir eşitsizlik var. Nitekim tarih boyunca da yalnızca ilki mevcut ve meşru bir iş biçimi olarak görülmüş. Bu ayrım cinsiyete dayalı iş bölümüne de uzanıyor, yeniden üretici emek ve bakım işleri kadınsılaştırılıyor, toplumda kadınların rolü olarak tanımlanırken kapitalist sistemlerde çoğunlukla yanlış tanınıyor, azımsanıyor, görünmez kılınıyor. Mimarlık disiplinindeki bakım ve emeğinin ardındaki etik ve politik unsurlara dair ne söylemek istersiniz?

E.K.: İnşaata uygulanan küresel moratoryumdan Who Builds Your Architecture?’a [Yapılarınızı Kim İnşa Ediyor?] dek günümüzde meslekteki eşitsizliklerle ilgilenen pek çok inisiyatif var. İdamenin ve gündelik yeniden üretimin büyük ölçüde kadınlara bırakıldığını düşünürsek işin toplumsal cinsiyetle ilgili boyutu çok ilginç. Kentin her gün milyonlarca göçmen kadın tarafından nasıl açıldığına, siyah ve kahverengi bedenlerin; ofisler, spor salonları ve pek çok başka mekân –çalışmak ya da fiziksel açıdan yenilenmek üzere gelen diğer bedenler için– temiz olsun diye nasıl saatlerce yol yaptığına dair araştırmacı Françoise Vergès’nin eleştirel ve güzel yazıları var.5

Öte yandan şantiye de büyük ölçüde erkeklere bırakılmış bir mekân, küresel inşaat endüstrisi tarafından erkek işi olarak tanımlanan, fazlasıyla kötü koşullarda çalışan milyonlarca bedenden bahsediyoruz. Dolayısıyla hem inşaat, yani binanın fiziksel varoluşunun başlangıcı, hem de onun idamesi bakımdan fazlasıyla uzak. Nitekim bu durum mesleğin ötesine de geçiyor: Mimarın yalnızca tasarladığını ve inşaatın koşulları ya da bakımından sorumlu olmadığını söyleyebilir miyiz? Bakımı inşaat ve idame sahalarına uzatmak, onları profesyonel ilgi alanlarına dahil etmek için mimarlık mesleğinin ne tür politikalara ve kolektif eylemlere başvurması gerekeceğini merak ediyorum.

Hatta bitirmeden önce ben de size bir şey sormak istiyorum, çünkü konuşmanın başlarında değerlendirmeye dair önemli bir sorunuz vardı. Türkiye Pavyonu için tasarladığınız küratöryel projede sizin buna nasıl yaklaştığınızı, mimarlığı farklı değerlendirmenin yolu olarak ortaya neler attığınızı merak ediyorum.

M.U.: Bizim için asıl meselelerden biri mimarlığın içindeki mekanizmalara, özellikle de sıradan, gündelik, hatta bayağı görülen, normalleştirilmiş ve pek dikkat çekmeyen, buna rağmen hem dünyamızı hem de gezegene dair tasavvurumuzu inşa eden şeylere bakmak. Bu içsel mekanizmalar inşaatın, malzeme çıkarımının, tedarik zincirlerinin ya da binaların idamesinin normları ve prosedürleri. Kimi zaman çalışma saatlerini ve koşullarını incelemek için tipik bir mimarlık sözleşmesini ya da inşaat sektöründeki insan emeğini sayılara döken bir belgeye yakından bakıyoruz.6 Evrak işlerinin, bürokrasinin ve mimarlık yönetmeliklerinin bu araştırmayı gerçekleştirmek için özellikle ilginç alanlar olduğunu görüyoruz. Ölçüyü bir mercek olarak kullanarak mimarlığın mevcut belgelerine, standartlarına, kanunlarına ve gerçekliklerine daha yakından ve eleştirel bir bakış atıyor, “çevre” fikrinin nasıl oluştuğuna dair alternatif bir okuma, değerlendirme, nihayetinde de bir tasavvur sunuyoruz.

E.K.: Emeğin koşullarını sorgulamanın bir yolu olarak sözleşmeleri ele almayı çok ilginç buluyorum. İnsanların yaşadığı gerçekliklerin nasıl değerlendirildiğine dair bir soru bu, benzer şekilde içinde yaşadıkları, artı değer için sömürülecek bir kaynak hâline getirmedikleri bir binanın onların bakımını nasıl üstlendiğini de sorgulayabilirsiniz. Bence bu tanımladığınız şey, entelektüel üretim süreçlerine ve emeğin koşullarına bakmanın harika bir yolu. Ölçünün de bu bağlamda ne anlama geldiğini düşünmek çok ilginç. İyi bir ofis alanı nasıl olur, iyi bir yaşam alanı nasıl olur, kapitalizm adına katma değere ya da sömürülebilir bir şeye dönüşmeden yaşlı bakımı için iyi bir alan nasıl olur? Belki ileride yeniden bir araya gelip bakımın farklı ölçülerine dair konuşuruz, bu çok ilginç olurdu.

1
Hartlib Çemberi’yle ilgili ayrıntılı bilgi için bu web sitesi yayınımızda Zeynep Çelik Alexander’la gerçekleştirilen söyleşiyi inceleyebilirsiniz.
2
Elke Krasny and Angelika Fitz, Critical Care: Architecture and Urbanism for a Broken Planet (Cambridge, Mass.: MIT Press, 2019): 13
4
Elke Krasny, “Radical Care,” Site Magazine (2020), https://www.thesitemagazine.com/elke-krasny
5
See Françoise Vergès, “Capitalocene, Waste, Race, and Gender,” e-flux 100 (May 2019). https://www.e-flux.com/journal/100/269165/capitalocene-waste-race-and-gender
6
Örnek olarak web sitesi yayınımızda Küratöryel Ekip tarafından yazılmış “Başka Bir Sözleşme” (Evrak İşleri-22) ve “Bitmemiş Bir Liste” (Evrak İşleri-1) başlıklı yazıları inceleyebilirsiniz.
  1. Hartlib Çemberi’yle ilgili ayrıntılı bilgi için bu web sitesi yayınımızda Zeynep Çelik Alexander’la gerçekleştirilen söyleşiyi inceleyebilirsiniz.
  2. Elke Krasny and Angelika Fitz, Critical Care: Architecture and Urbanism for a Broken Planet (Cambridge, Mass.: MIT Press, 2019): 13
  3. Elke Krasny, “Radical Care,” Site Magazine (2020), https://www.thesitemagazine.com/elke-krasny
  4. See Françoise Vergès, “Capitalocene, Waste, Race, and Gender,” e-flux 100 (May 2019). https://www.e-flux.com/journal/100/269165/capitalocene-waste-race-and-gender
  5. Örnek olarak web sitesi yayınımızda Küratöryel Ekip tarafından yazılmış “Başka Bir Sözleşme” (Evrak İşleri-22) ve “Bitmemiş Bir Liste” (Evrak İşleri-1) başlıklı yazıları inceleyebilirsiniz.

Yazar hakkında Elke Krasny, Viyana Güzel Sanatlar Akademisi'nde Sanat ve Eğitim Fakültesi’nde profesör, aynı zamanda da Sanat Eğitimi bölüm başkanıdır. Krasny'nin uzmanlığı ve küratöryel çalışmaları; sanat, küratörlük, mimari ve şehircilikte özgürleştirici ve dönüştürücü uygulamalara odaklanarak mevcut tarihsel konjonktürdeki bakım sorularını ele almaktadır.